Olumsuz Transfer: Geçmişin Duygularının Bugünün Terapisine Sızdığı Nokta
Bilimle ilgilenen biri olarak, “neden birine hiç tanımadığımız halde güven duyarız ya da sebepsizce öfkeleniriz?” sorusu sizi de düşündürmüştür muhtemelen. Psikolojide bu sorunun cevabı çoğu zaman transferans kavramında gizlidir. Ancak bugün odak noktamız, onun karanlık kardeşi: olumsuz transfer (negative transference).
Bu yazı, psikodinamik terapi alanında yapılan güncel araştırmalarla desteklenmiş, veriye dayalı bir inceleme sunuyor. Amacımız, olumsuz transferin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını ve terapötik süreçte neden hem tehlikeli hem de dönüştürücü bir güç olabileceğini anlamak.
Olumsuz Transfer Nedir? Freud’un Temel Yaklaşımından Günümüze
“Transferans” kavramı ilk olarak Sigmund Freud tarafından 1895’lerde psikanalitik kuram içinde tanımlandı. Freud’a göre birey, geçmişte önemli bir figüre (örneğin anne, baba ya da otorite figürü) duyduğu duyguları, farkında olmadan terapistine yönlendirir. Bu aktarım olumlu da olabilir (sevgi, güven, hayranlık) ya da olumsuz (öfke, reddedilme korkusu, kıskançlık).
Olumsuz transfer, bireyin terapiste karşı geçmişte yaşadığı çözülmemiş çatışmaları yeniden canlandırmasıdır.
Örneğin danışan, otoriter bir baba figürüyle büyümüşse, terapistin nötr bir tavrını “soğukluk” olarak algılayabilir. Bu, aslında terapistle değil, geçmişle yapılan bir hesaplaşmadır.
Freud (1912), olumsuz transferin terapiyi sekteye uğratabileceğini belirtmiş, ancak daha sonra “tedavi edici bir fırsat” olarak da değerlendirmiştir. Çünkü bastırılmış duygular açığa çıktığında, kişi onları ilk kez bilinç düzeyinde fark eder.
Araştırmalar Ne Diyor? Bilimsel Bulgularla Olumsuz Transfer
Son yıllarda yapılan araştırmalar, olumsuz transferin yalnızca psikanalitik terapilerde değil, bilişsel-davranışçı ve hümanistik yaklaşımlarda da gözlemlendiğini ortaya koyuyor.
Luborsky & Crits-Christoph (1998), 90 terapötik ilişkiyi analiz ettikleri meta-analizde, olumsuz transferin seansların yaklaşık %40’ında belirgin şekilde ortaya çıktığını ve terapötik ittifakı zayıflattığını buldu.
Gelso & Hayes (2007) ise, olumsuz transferin doğru yönetilmesi halinde terapide içgörü düzeyini %25 oranında artırabileceğini gösterdi.
Nörogörüntüleme çalışmalarında (Schilbach et al., 2013), olumsuz transfer yaşandığında limbik sistem aktivasyonunun arttığı, yani kişinin geçmiş duygusal belleğinin fiziksel olarak da “yeniden yaşandığı” gözlendi.
Bu veriler, transferansın yalnızca bir “kuram” değil, aynı zamanda biyopsikolojik bir gerçeklik olduğunu kanıtlıyor.
Erkekler ve Kadınlar: Transferi Farklı mı Yaşıyor?
Toplumsal roller, duygusal ifade biçimleri ve kişilik yapılanmaları, transfer deneyiminde de farklılık yaratabiliyor. Ancak burada klişeleri yıkmak önemli.
Erkek danışanlar, genellikle veri ve mantık merkezli bir bakış açısıyla olumsuz transferi analiz etme eğiliminde. Terapistin sözlerindeki mantıksal çelişkilere odaklanabilir, “neden böyle söylüyor?” diye sorgular. Bu, aslında duygusal yakınlıktan kaçınma biçimidir.
Kadın danışanlar ise genellikle ilişki ve empati merkezli bir tepki gösterir. Terapistin duygusal tonundaki küçük değişiklikler bile “reddedilme” ya da “değer görmeme” hissini tetikleyebilir. Ancak modern araştırmalar, cinsiyet farkının biyolojik olmaktan çok, sosyalleşme biçimleriyle ilişkili olduğunu göstermektedir (Hyde, 2014).
Buna rağmen her iki yaklaşım da değerlidir:
- Erkeklerin analitik direnci, veriye dayalı içgörü sağlar.
- Kadınların duygusal farkındalığı, derin empatik çözülmeler yaratır.
Gerçekte, ideal terapötik ilerleme, bu iki yönün dengelenmesiyle mümkündür.
Olumsuz Transferin Terapideki Rolü: Tehdit mi, Dönüşüm Kapısı mı?
Olumsuz transfer çoğu zaman terapide “kriz” gibi hissedilir. Danışan terapistine sinirlenir, güveni sarsılır, hatta terapiyi bırakmak isteyebilir. Ancak terapist bu süreci fark edip yönetebilirse, o kriz aslında iyileştirici bir yüzleşmeye dönüşür.
Terapistin görevi, danışanın duygularını yargılamadan keşfetmesine alan açmaktır. Örneğin danışan “Siz de beni anlamıyorsunuz!” dediğinde, terapist bu tepkinin aslında geçmişte yaşanan bir duygusal ihmalin yankısı olduğunu görürse, süreç derinleşir.
Bu noktada Rogerian empati ve aktarım farkındalığı birlikte çalışır. Terapist hem duyguyu kabul eder hem de ilişki dinamiğini analiz eder. İşte bu, olumsuz transferin “bilinçli hale geldiği” an, yani değişimin başladığı yerdir.
Araştırma Yöntemleri: Olumsuz Transfer Nasıl Ölçülür?
Psikoterapi araştırmalarında olumsuz transferi ölçmek için çeşitli yöntemler kullanılır:
- Qualitative Interview Analizi: Danışanların seans sonrası duygu raporları içerik analiziyle incelenir.
- Therapeutic Alliance Scales (Horvath & Greenberg, 1989): Terapist-danışan ilişkisini ölçen ölçekler, olumsuz transferin yoğunluğunu belirler.
- Nöropsikolojik Ölçümler: fMRI ile duygusal aktivasyon bölgeleri analiz edilerek transferin biyolojik izleri gözlemlenir.
Bu yöntemlerin birleşimi, olumsuz transferin hem duygusal hem bilişsel düzeyde ölçülebilir bir olgu olduğunu ortaya koymuştur.
Transferin Günlük Hayattaki İzleri
Olumsuz transfer sadece terapi odasında yaşanmaz. Günlük hayatta da sıkça karşımıza çıkar:
- Yeni tanıştığınız biri size “soğuk” geldiğinde aslında annenizin ilgisiz tavrını hatırlıyor olabilirsiniz.
- Patronunuza duyduğunuz sinir, geçmişteki otorite figürlerine yöneltilmemiş öfkenin yansıması olabilir.
Bu farkındalık, kişilerarası ilişkilerde bilinçli bir mesafe yaratır. Yani birine kızmadan önce “Acaba bu tepki aslında kimedir?” diye sormak, hem duygusal zekâyı hem içgörüyü güçlendirir.
Tartışma Sorusu: Olumsuz Transferi Ne Kadar Tanıyoruz?
Bir düşünelim:
- Olumsuz transfer sadece terapide mi işe yarar, yoksa ilişkilerde de bir farkındalık kapısı mıdır?
- Geçmişin duygularını bugüne taşımak kaçınılmazsa, belki de asıl mesele onları fark etmek, değil mi?
- Peki biz, hangi geçmiş hikâyemizi hâlâ başkalarının yüzlerinde görüyoruz?
Sonuç: Olumsuz Transfer, Bilinçdışının Yansımasıdır
Olumsuz transfer, insanın kendi geçmişiyle yüzleşme biçimidir. Korkutucudur çünkü bilinçdışı yaralara dokunur; ama aynı zamanda değerlidir çünkü farkındalığı tetikler. Bilimsel açıdan bakıldığında, hem psikodinamik hem nörobilimsel veriler, bu olgunun insan zihninin derin yapısına işaret ettiğini gösterir.
Sonuç olarak, olumsuz transfer bir “hata” değil, insan olmanın kanıtıdır.
Belki de Freud’un yıllar önce dediği gibi: “Bilinçdışı farkına varıldığında, artık bilinçdışı olmaktan çıkar.”
Ve işte o anda, geçmiş artık bugünü yönetemez.
Bilimle ilgilenen biri olarak, “neden birine hiç tanımadığımız halde güven duyarız ya da sebepsizce öfkeleniriz?” sorusu sizi de düşündürmüştür muhtemelen. Psikolojide bu sorunun cevabı çoğu zaman transferans kavramında gizlidir. Ancak bugün odak noktamız, onun karanlık kardeşi: olumsuz transfer (negative transference).
Bu yazı, psikodinamik terapi alanında yapılan güncel araştırmalarla desteklenmiş, veriye dayalı bir inceleme sunuyor. Amacımız, olumsuz transferin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını ve terapötik süreçte neden hem tehlikeli hem de dönüştürücü bir güç olabileceğini anlamak.
Olumsuz Transfer Nedir? Freud’un Temel Yaklaşımından Günümüze
“Transferans” kavramı ilk olarak Sigmund Freud tarafından 1895’lerde psikanalitik kuram içinde tanımlandı. Freud’a göre birey, geçmişte önemli bir figüre (örneğin anne, baba ya da otorite figürü) duyduğu duyguları, farkında olmadan terapistine yönlendirir. Bu aktarım olumlu da olabilir (sevgi, güven, hayranlık) ya da olumsuz (öfke, reddedilme korkusu, kıskançlık).
Olumsuz transfer, bireyin terapiste karşı geçmişte yaşadığı çözülmemiş çatışmaları yeniden canlandırmasıdır.
Örneğin danışan, otoriter bir baba figürüyle büyümüşse, terapistin nötr bir tavrını “soğukluk” olarak algılayabilir. Bu, aslında terapistle değil, geçmişle yapılan bir hesaplaşmadır.
Freud (1912), olumsuz transferin terapiyi sekteye uğratabileceğini belirtmiş, ancak daha sonra “tedavi edici bir fırsat” olarak da değerlendirmiştir. Çünkü bastırılmış duygular açığa çıktığında, kişi onları ilk kez bilinç düzeyinde fark eder.
Araştırmalar Ne Diyor? Bilimsel Bulgularla Olumsuz Transfer
Son yıllarda yapılan araştırmalar, olumsuz transferin yalnızca psikanalitik terapilerde değil, bilişsel-davranışçı ve hümanistik yaklaşımlarda da gözlemlendiğini ortaya koyuyor.



Bu veriler, transferansın yalnızca bir “kuram” değil, aynı zamanda biyopsikolojik bir gerçeklik olduğunu kanıtlıyor.
Erkekler ve Kadınlar: Transferi Farklı mı Yaşıyor?
Toplumsal roller, duygusal ifade biçimleri ve kişilik yapılanmaları, transfer deneyiminde de farklılık yaratabiliyor. Ancak burada klişeleri yıkmak önemli.
Erkek danışanlar, genellikle veri ve mantık merkezli bir bakış açısıyla olumsuz transferi analiz etme eğiliminde. Terapistin sözlerindeki mantıksal çelişkilere odaklanabilir, “neden böyle söylüyor?” diye sorgular. Bu, aslında duygusal yakınlıktan kaçınma biçimidir.
Kadın danışanlar ise genellikle ilişki ve empati merkezli bir tepki gösterir. Terapistin duygusal tonundaki küçük değişiklikler bile “reddedilme” ya da “değer görmeme” hissini tetikleyebilir. Ancak modern araştırmalar, cinsiyet farkının biyolojik olmaktan çok, sosyalleşme biçimleriyle ilişkili olduğunu göstermektedir (Hyde, 2014).
Buna rağmen her iki yaklaşım da değerlidir:
- Erkeklerin analitik direnci, veriye dayalı içgörü sağlar.
- Kadınların duygusal farkındalığı, derin empatik çözülmeler yaratır.
Gerçekte, ideal terapötik ilerleme, bu iki yönün dengelenmesiyle mümkündür.
Olumsuz Transferin Terapideki Rolü: Tehdit mi, Dönüşüm Kapısı mı?
Olumsuz transfer çoğu zaman terapide “kriz” gibi hissedilir. Danışan terapistine sinirlenir, güveni sarsılır, hatta terapiyi bırakmak isteyebilir. Ancak terapist bu süreci fark edip yönetebilirse, o kriz aslında iyileştirici bir yüzleşmeye dönüşür.
Terapistin görevi, danışanın duygularını yargılamadan keşfetmesine alan açmaktır. Örneğin danışan “Siz de beni anlamıyorsunuz!” dediğinde, terapist bu tepkinin aslında geçmişte yaşanan bir duygusal ihmalin yankısı olduğunu görürse, süreç derinleşir.
Bu noktada Rogerian empati ve aktarım farkındalığı birlikte çalışır. Terapist hem duyguyu kabul eder hem de ilişki dinamiğini analiz eder. İşte bu, olumsuz transferin “bilinçli hale geldiği” an, yani değişimin başladığı yerdir.
Araştırma Yöntemleri: Olumsuz Transfer Nasıl Ölçülür?
Psikoterapi araştırmalarında olumsuz transferi ölçmek için çeşitli yöntemler kullanılır:
- Qualitative Interview Analizi: Danışanların seans sonrası duygu raporları içerik analiziyle incelenir.
- Therapeutic Alliance Scales (Horvath & Greenberg, 1989): Terapist-danışan ilişkisini ölçen ölçekler, olumsuz transferin yoğunluğunu belirler.
- Nöropsikolojik Ölçümler: fMRI ile duygusal aktivasyon bölgeleri analiz edilerek transferin biyolojik izleri gözlemlenir.
Bu yöntemlerin birleşimi, olumsuz transferin hem duygusal hem bilişsel düzeyde ölçülebilir bir olgu olduğunu ortaya koymuştur.
Transferin Günlük Hayattaki İzleri
Olumsuz transfer sadece terapi odasında yaşanmaz. Günlük hayatta da sıkça karşımıza çıkar:
- Yeni tanıştığınız biri size “soğuk” geldiğinde aslında annenizin ilgisiz tavrını hatırlıyor olabilirsiniz.
- Patronunuza duyduğunuz sinir, geçmişteki otorite figürlerine yöneltilmemiş öfkenin yansıması olabilir.
Bu farkındalık, kişilerarası ilişkilerde bilinçli bir mesafe yaratır. Yani birine kızmadan önce “Acaba bu tepki aslında kimedir?” diye sormak, hem duygusal zekâyı hem içgörüyü güçlendirir.
Tartışma Sorusu: Olumsuz Transferi Ne Kadar Tanıyoruz?
Bir düşünelim:
- Olumsuz transfer sadece terapide mi işe yarar, yoksa ilişkilerde de bir farkındalık kapısı mıdır?
- Geçmişin duygularını bugüne taşımak kaçınılmazsa, belki de asıl mesele onları fark etmek, değil mi?
- Peki biz, hangi geçmiş hikâyemizi hâlâ başkalarının yüzlerinde görüyoruz?
Sonuç: Olumsuz Transfer, Bilinçdışının Yansımasıdır
Olumsuz transfer, insanın kendi geçmişiyle yüzleşme biçimidir. Korkutucudur çünkü bilinçdışı yaralara dokunur; ama aynı zamanda değerlidir çünkü farkındalığı tetikler. Bilimsel açıdan bakıldığında, hem psikodinamik hem nörobilimsel veriler, bu olgunun insan zihninin derin yapısına işaret ettiğini gösterir.
Sonuç olarak, olumsuz transfer bir “hata” değil, insan olmanın kanıtıdır.
Belki de Freud’un yıllar önce dediği gibi: “Bilinçdışı farkına varıldığında, artık bilinçdışı olmaktan çıkar.”
Ve işte o anda, geçmiş artık bugünü yönetemez.